Barış Bıçakçı okumak, onun tarzına alışmak çok güzel bir duygu benim için. Okuduğum ilk kitabı Bizim Büyük Çaresizliğimiz'di. O kitabı benim için bu kadar özel kılan, sadece Çetin ve Ender'in garip ilişkisi, ve hayatlarına giren genç bir kızın onları nasıl dağıttığı değildi. Kitapta küçük ayrıntılar ve derin cümleler, alışılagelmiş sıkıcı, boğucu ve iki sayfa okuduktan sonra bir nefes alma ihtiyacı doğuran tarzından, kastedilen tüm anlamlarını koruyarak sıyrılmıştı ve bu benim için yeni ve çok keyifli bir tecrübeydi.
Bıçakçı'nın yazın tarihinde birkaç yazar tarafından benimsenen inzivai yaşam tarzı, röportajının, fotoğrafının ya da herhangi bir açıklamasının olmaması da hikaye ve romanlarını daha çekici kılan etkenlerdendi benim için, bu yüzden de diğer kitaplarını da kısa süre içerisinde okudum ve bana okuduğum ilk kitabı kadar etkileyici gelmeseler de hepsinde Bıçakçı'nın tarzından bir şeyler bulduğum için beğendim.
Bıçakçı'nın yazın tarihinde birkaç yazar tarafından benimsenen inzivai yaşam tarzı, röportajının, fotoğrafının ya da herhangi bir açıklamasının olmaması da hikaye ve romanlarını daha çekici kılan etkenlerdendi benim için, bu yüzden de diğer kitaplarını da kısa süre içerisinde okudum ve bana okuduğum ilk kitabı kadar etkileyici gelmeseler de hepsinde Bıçakçı'nın tarzından bir şeyler bulduğum için beğendim.
"İstanbul'da gün boyu dolaşırken dünyanın haline üzüldüm. Ankara'da insan sadece Ankara'nın haline üzülüyor."
Son kitabı Sinek Isırıklarının Müellifi'ni henüz bitirdim, diğerleri gibi bu da sürüncemeye bırakılmayı kabullenemediğinden kısa sürede bitti. Bıçakçı aynı acı-tatlı tarzını, Atayvari ince mizah anlayışını, küçük, çok küçük ayrıntılarda bile bir anlam düğümü bulup çözmeye çalışma alışkanlığını bu kitabında da devam ettirmiş olmasına rağmen, diğer kitaplarından farklı olarak, bu kitabındaki Cemil karakterinde beni rahatsız eden bir şey var. –önce şunu söyleyeyim de, içime dert olmasın: barış bıçakçı beni en çok etkileyen yerli yazarlardan biri ve bu romanını da en az diğerleri kadar sevdim.-
Cemil yedek subaylık yapmış, kitap yazıp yayınevine bırakmış ve cevap bekleyen bir inşaat mühendisi. Aslında böyle girdim ama, sanırım sorunum Cemil'le değil, Cemil'in temsil ettiği Bıçakçı'nın bilinçaltıyla, kendisiyle. Ufak bir parça aktarayım, onun üzerinden gidelim:
"Kendi acılarımıza ve başkalarının acılarına hiçbir yeni biçim arayışına girmeden tanık olmamız ve sessizce katlanmamız bekleniyor. ... Hayata baktığımızda orada minarelerin ve süngülerin gülünç, berbat şiirini görüyoruz, kirli savaşların heybetli anıtını görüyoruz. ..."
Bir yandan kirli savaşlardan, mecburi tanıklıklardan bahsederken, öte yandan Başbakan Erdoğan'ın saçma sapan bir cezaya çarptırılmasına sebep olan şiire atıf yapması ve bu şiiri gülünç ve berbat olarak tanımlaması, rahatsız edici geldi bana. Haksız yere aylarca hapiste yatan bir insanın mahkum olmasına sebep olan ve Diyojen ile Alparslan'ın arasında geçen bir konuşma esas alınarak yazılmış olan bir şiiri suç delili teşkil eden mezalime göz yummamak, başbakanın şu son 10 yılda yaptıklarından bağımsız olarak değerlendirmek, özellikle Bıçakçı için bu kadar zor olmamalı. İnsanlar için kubbelerin miğfer, minarelerin süngü olması, kendi istedikleri bir şey değildir. Yaşanan zulümlere karşı geliştirilen kimlik ve mücadele refleksi, adı üstünde, bir reflekstir. Karşı tepki de eleştirilmelidir, ama bundan önce bu karşı tepkiyi doğuran etkiye de bakmak gerekir. Neyse, kısacası bu kısım beni rahatsız etti. Belirtmek istedim.
Bunun dışında, Barış Bıçakçı'nın seçtiği alt konulardan ve bunları ele alış şeklinden bahsetmek istiyorum. Bu romanda Cemil ve Nazlı'nın, aslında büyük olan, fakat zamanla azalmasa da aşınan , birbirlerini çok iyi tanıdıklarından dolayı artık arkadaşlık safhasına adım atan aşkları, Ankara'nın karanlık havasıyla anlatılmış. Olaylar çok kısa, anlık, günlük şeyler. Böyle anlatınca insanların sıkılacaklarını sanmalarından korkuyorum aslında, ama işte, Barış Bıçakçı'yı farklı yapan şey de bu yöntemi kullanırkenki becerisi. Kelimelerle ifade edilemeyecek kadar başarılı bir şekilde, insana ait tüm duygusal ayrıntılar ince ince dokunuyor bu kitapta. Ayrıca Cemil'in yazar olmasından mütevellit sağlam bir entelektüel birikime sahip olması, Bıçakçı'nın kişisel dinleme, izleme ve okuma tecrübe ve zevklerinden de ziyadesiyle faydalanmamıza olanak sağlamış. Turgut Uyar'dan Tanpınar'a, Faulkner'a, Virginia Woolf'a, Ezginin Günlüğü'nden Led Zeppelin'e, Melihat Gülses'e kadar birçok yazar, şair, oyuncu, müzisyen, Cemil'in evrenini tanımlama ve sınırlarını çizme maksadıyla okuma tecrübemize ortaklık ediyor, yol gösteriyor.
Tavsiye etmekte ısrar ettiğim Barış Bıçakçı'nın, ilk okunması gereken kitabı bu bana göre. Çünkü Bizim Büyük Çaresizliğimiz gibi bir başyapıta hazırlanmak için, yazarın üslubuna alışmak adına böylesi bir girizgaha ihtiyacı vardır diye düşünüyorum herkesin. Eğer böyle yaparsanız, hiç acımayacak. Ya da en güzeli, BBÇ'den sağlam bir tokat yiyip yazarın diğer kitapları arasında savrulmak sanırım, bilemedim.
9 yorum:
Ben de bir gün tren yolculuğunda okudum, hiç bitmesin istedim. Çok çok farklı bir tarzdı benim adıma, kitap bittikten sonra keşke Bizim Büyük Çaresizliğimiz filmini izlemeseydim dedim. Aslında külliyatını bir günde okuyabilirim fakat saklıyorum onları, zamana yaymayı düşünüyorum.
kesinlikle çok daha doğru bir tercih olur, ben otobüs yolculuğunun azizliğine uğrayıp 2'sini birden bitirmiştim, sonrasında keşke daha idareli kullansaymışım diye hayıflandım. :/ olsun, genç bir yazar, daha çok kitap yazacaktır umarım. :)
hocam sen boşuna okumuşsun barış bıçakçıyı. yazarın neyi anlatmak istediğini bilmeden kendi anladığınızı ona mal etmişsiniz yaptığınız alıntı üzerine yorumlarınızda. çok zorlama bir anlam çıkarımı olmuş.
doğrudur, bu benim düşüncem zaten. siz de o kısımdan anladığınızı aktarırsanız ben de fikrimi değiştiririm belki? :)
hocam kısaca özetleyeyim, çok paranoyak bir yaklaşımınız var. samanyolu tv'yi çok izlemeyin derim. barış bıçakçı gibi bir yazarın dahi bir cümlesini cımbızlayıp bu derece anlamlar çıkarabiliyor iseniz ne diyebilirim. Allah selamet versin. bence bırakın okumayı. saygı, selam.
ben alıntıladığım kısımdan ne anladığınızı sormuştum, benim düşüncelerim yeterince açık zaten. sevdiğim yazarın dikkatimi çeken bir düşünce kırıntısını eleştirmek için bir yerlerden etkilenmeme gerek yok. beni tanımadan benim hakkımda yaptığınız yorumlar tıynetinizi belli ediyor zaten. orada eleştirdiğim kısımda bahsedilen kişi, o zaman mazlumdu. bugün zalim olması, geçmişteki durumunu değiştirmiyor. ama sizin sözleriniz, kendi düşüncesi dışında herhangi bir yoruma tamamen kapalı bir karakter çiziyor. bu yüzden, ben de size daha fazla okumayı ve boşa okumamayı tavsiye ediyorum. belki eleştirel okumalar yaparak bu yaftalama ve önyargı alışkanlıklarınızdan vazgeçebilirsiniz.
sorun sizin paradigmanızda, algınızdaki seçicilikte. o güzelim kitapta onlarca güzellikler varken bula bula o cümleyi seçen bir göze sahip olmanızda. kendi kendinize sorun. neden o cümle dikkatinizi çekti. anlatmak istediği hiç de sizin zannettiğiniz gibi olmayan o cümleyi yanlış anladığınız şekliyle yorumlayıp bunu buradan başkalarına da sunmanız o kitaba ve yazarına kötülük etmektir. bunun farkında mısınız. bazı okurlar yazarları yanlış anlayabilir. yaşadıklarımız kadar anlarız okuduklarımızı da.
tamam, ben yanlış anlamış olabileceğimi baştan kabul etmişim zaten. size sorduğum şey şu: siz nasıl anladınız? o benim yorumumdu, dediğiniz gibi herkes farklı anlar ve bu anlayışların hepsi doğru değildir tabii olarak. eğer daha mantıklı bir yorum görürsem kabul de ederim. tamamen iyi niyetle sizin ne anladığınızı sormamın sebebi bu. :) eğer bunu bir kötü eleştiri olarak yapmış olsaydım barış bıçakçı'ya zarar vermiş olurdum dediğiniz gibi, ama burada bir eleştiri yapmıyorum, sadece dikkatimi çeken bir noktaya dair fikrimi beyan ediyorum. böyle bir etki doğuyorsa bilinçsizlikle olmuştur, kasten böyle bir şey yapmak istemem asla. neyse, fazlasıyla uzadı bu konu, son olarak sizin o paragraftan anladığınız şeyi rica etsem, yeterli olacak sanırım.
http://www.okuryatar.com/sinek-isiriklarinin-muellifi-mine-egbatan/
Yorum Gönder
ee, ne dersin? :