envai çeşit zırvalar kütüphanesi

22 Mayıs 2011 Pazar

Ölüm



Ölüm... Diğer deyişlerle finito... Adios. Arrivederci. Game Over!..

Evet, "daha ilk yazıdan bu kadar sert niye girdin ki şimdi" diyebilirsiniz. Haksız da sayılmazsınız, ama bekletmek istemedim bu konuyu.



Ne demiştim en son? He, game over. Hakikaten de bi oyunun sonu gibi değil midir ölüm? Kimilerinin çok hoşuna gider bu oyun, fena bağlanır. Kimisi de hiç hazzetmez. Ama şöyle bir gerçek var ki çoğu insan korkar ölümden. Sanırım ölümden daha çok ölümdeki bilinmezlik korkutan. Karanlıkta da aynı şey geçerli mesela. Ne olucam? Kabir nasıl? Öbür taraf?
Ama ben pek böyle düşünmüyorum. Yani korkulacak bir şey olmadığını.Zira hepimizin bi misyonu var burda, olmak zorunda da zaten. Onu tamamlayıp bir şekilde efendi efendi formumuzu değiştirmek durumundayız. N'apıcaz yani burda kalıp, nereye kadar? Hem merak etmiyor musunuz gerçekten Azrail'in elinde orak var mı diye?

Ömrün sonuna çok takılmamak lazım. Önemli olan içine ne kadar çok yanınıza almaya değer şey sıkıştırdığınız. Hayat boyunca yakaladığımız kareler, yakaladığımız anılardır aslında hayatımızı hayat yapan. Eğer son nefesinizi vermeden önce hatırlamaya değer bir şey yoksa elinizde o zaman yaşamamışınızdır. Mesela hayatı boyunca mutlu bir evlilik sürmüş bir adam için bu karısını ilk gördüğü kare, elini tuttuğu andaki ilk heyecandır. E bunları da hiçbir zaman kaybetmeyeceğine göre, problem nedir?

Problem şu olabilir. Ya cehenneme gidersem? Eğer standart bir yaşam yaşadıysanız, içinizde kötülük yerine sevgi beslediyseniz, elinizden geldiğince kendinizi ve çevrenizdekileri mutlu etmeyi, hep iyiyi istediyseniz yani kısaca doğuştan gelen insanlığınızın doğallığıyla oynamadıysanız sanmıyorum ki kolay kolay cehenneme gidelim.

He bi de yaşamak çok hoşumuza gidiyor da olabilir, mesela hiç gelmeyecekmişçesine sonu.

Bir insan ortalama 613200 saat yaşar. 613200 saatin içindeki bir saatlik bir matematik sınavıdır hayat. O sınav bitecek ve sonra dönüp "he evet şöyle geçmişti böyle geçmişti" diyeceksiniz. Ne kadar güzel geçerse geçsin sınav geçmişte küçük bir yer kaplayabilir ancak. Abartmamak gerek...

Aslında birer film çekiyoruz hepimiz. Gözlerimiz kameralarımız, kulaklarımız mikrofonlarımız. Ve motor! Ne kadar güzel görüntüler çekersek, arkaya ne kadar çok güzel soundtrack koyabilirsek o kadar izlenilebilir kılar filmi bu. Her güzel filmin sonu vardır nitekim. Fakat bittikten sonra "ne güzel filmdi be" diyebilmek daha önemlidir bundan.

Yaradandan geldik yaradana dönücez ölümde de. Yani özümüze işte! Neresi kötü olabilir ki en fazla bunun? Eğer sizi bıraktığı gibi dönebilirseniz zaten en güzel şekilde ağırlayacaktır sizi. Ne cehennemi?

Ölenden daha çok arkada kalanları düşünmeli. Çünkü her ölen arkada bıraktıklarını öldürür aslında. Kaybettikleri onları görebilir ama onlar bir daha göremeyecekler gideni. Ve fakat ulaşamamışlardır hala huzura. Zion'a.

Ölümsüzlüğü herkes ister kanımca. Ama bir şeye ona olan arzunuzu içinizde şekillendiremedikçe sahip olmazsınız. Örneğin bir erkek, aşık olduğu kadını ona kavuşamamayı göze alıp sevdiği anda sahip olmuştur zaten. Eninde sonunda kavuşacaktır da nitekim.

Diyeceğim o ki kollarını açıp güler bir yüzle selamlayabilmeli ölümü, ölümsüz insan.

"...Ama Ölüm yıllarca üçüncü kardeşi arasa da onu asla bulamamış. En genç kardeş ancak çok ileri bir yaşa erişince nihayet Görünmezlik Pelerini'ni çıkarmış, oğluna vermiş. Sonra Ölüm'ü eski bir dost olarak selamlamış ve onunla birlikte memnuniyetle gitmiş ve ikisi, birbirinin dengi, bu hayattan ayrılmışlar..."

0 yorum:

Yorum Gönder

ee, ne dersin? :