Kimi zaman insan başına tam olarak ne geleceğini kestiremez. Ama %95 güvenilirlikle tahmin edebilir. Hem de sayılara ihtiyaç duymadan...
İnsan
beyni gereksiz gördüğü şeyleri hafızasına kaydetmezmiş. Peki ben neden rusların
yüz yıllar boyu sıcak sulara inme politikasını unutamıyorum yıllardır? Neden bu
gerzek bilgiyi unutamıyorum da etrafımdaki insanların ne kadar değerleri
varlıklar olduğunu çoğu zaman hatırlamıyorum bile? Neden illa ki hastane ya da
cenazeye gittiğimizde aklımız başımıza geliyor? Panslavizm akımını bilmek
bundan çok mu daha değerli?
Ben
hayatımda kimseyi kaybetmedim. Belki de bundandır. Hiç bir tanıdığımın cenaze
namazına katılmadım. Dedem öldüğünde daha çok küçüktüm. Önemli birisinin artık
olmadığının az buçuk farkına varmıştım. Zaten sadece bir şeylerin her
zamankinden farklı olduğunu fark edip etrafına bakıyorsun sorgular gözlerle.
Ama acı denen şey henüz ilkokula bile gitmeyen bir varlığa işleyemiyor kolay
kolay. Belki de bu duyguyu henüz kaldıramayacakları için çocuklar bir oyuncak
arabaya tav olup gülümseyebiliyorlar tekrar.
Hani
"ateş düştüğü yeri yakıyor" denir ya işte benim kıyıma köşeme hiç
ateş düşmedi.
Düşmemişti.
Ta ki bugüne kadar. Belki dayım, amcam, gide gele ahbap olduğumuz çaycı Rıfkı ağabey,
ya da en azından muhtar Mustafa Erbulur... Belki herhangi bir tanesi ya da
birileri ölmüş olsaydı en azından hazırlık maçı yapmış olurdum. Ama olmadı.
Şimdi
ilk resmi maçıma babamın tabutu karşısında çıkıyorum. İnsan yaşlanıyormuş.
Büyümüyormuş. Fakat hayat gözünün yaşına bakmıyor. Tuttuğu gibi bütün gücüyle
duvara vuruyor. Emeklediğin zamanlardan sonra ilk defa tekrar ayağa kalkmaya
çalışıyorsun. Tek bir farkla. Yürümen için ellerinden tutan güçlü bir el bu
sefer olmuyor.
Hayatımda
ilk defa bir cenazenin hangi namaza müteakiben kıldırılması kararı bana
düşüyor. Alacağı jiletin iki bıçaklı mı yoksa üç bıçaklı mı olması gerektiğine
bile karar veremeyen bana. Ama hayatımın en kolay kararını alıyorum belki de.
"Öğle
sıcağında olmaz. Serin serin yollayalım babamı. İkindi iyidir." diyorum.
İlk
defa bir cenaze duyurusu yapılırken megafonlardan kulak kesilmiyorum kimmiş
diye.
Başın
sağolsun. “İyi bayramlar” tadında. Hani yüzünü bile görmediğin tanıdıktan her
bayram gününde ortak kutlama mesajı alırsın ya. Sonuna adını soyadı
ekleyip yüzlerce kişi gibi seni de kutlar ya hani. O işte. Yediğim helvanın
tadını alamadığım gibi bolca aldım o mesajlardan bugün. “Başın sağolsun. Ayşe Biricik.”
“Başın sağolsun. Sevilay Selvi.” “Başın sağolsun. Hüseyin Akkuş.”... İnsanlar
tek tek gelip tokalaşırken söylemiyorlardı isimlerini elbet. Ama hepsine
damgayı vuruyordum hangi “başın sağolsun” kime ait belli olsun diye. “Başın
sağolsun. Komşu Fatma teyze.” Gönder. Mesajınız iletildi.
Sabahattin Ali demiş ya. “Hayatta
yalnız kalmanın esas olduğunu hala kabul etmiyor musunuz?” Kabul etmemişim ben de. Kafamın
içindeki odaların en karanlık olanına fırlatıp kapısını
kilitlemişim.
İşte o odaların tam ortasına elektro şok yemiş gibiyim şimdi. Hepsinin kapısına "CENAZE DOLAYISIYLA KAPALIYIZ" yazmak istiyorum. Nafile. Hepsi açık. Üstü tozdan gözükmeyen hangi anım varsa yıllar sonra ilk kez gün ışığına çıkıyor. Çivi çakıp üzerinde bozuk parayla maç yaptığımız tahtayı da hatırlıyorum. Haklı olmama rağmen çocuk azarlar gibi onu azarladığım günü de... Ne diye bağırdım da küstürdüm ki o kadar. Her babanın yaptığı gibi o beni azarlasaydı da ben küsseydim ona keşke. En sonunda cayardım zaten.
Saçma
kavgalar. Kalp kırmalar. Hepsi pişmanlık olarak kalıyor insanın yanına.
Hiç
ağlamıyorum. Bazen bir an geliyor, gözlerim cayır cayır yanıyor. Ama ağlamıyorum.
Bu ilk ciddi sınavımda hükmen mağlup olmak istemiyorum. “Dimdik ayakta” desin
görenler. “Artık ailesine o sahip çıkacak” desin. Ne de olsa evlat vasfımın
yarısını kaybettim bugün.
İnsan yaşlanıyormuş.
Büyümüyormuş. Ben ilk defa büyüdüm bugün.
İmam soruyor: “Hakkınızı
helal ediyor musunuz?”
Helal olsun baba sana. Aşkolsun…
0 yorum:
Yorum Gönder
ee, ne dersin? :