envai çeşit zırvalar kütüphanesi

30 Ağustos 2013 Cuma

Before Midnight İçin Diyeceğim O Ki





Not: Yer yer spoiler ve müstehcenlik içerir!

 
    Her ne kadar 18 yıl önce Before Sunrise'ı izleyip bu hikayeye başından itibaren tanık olamasam da bu yıl en çok beklediğim iki üç filmden biriydi Before Midnight. İlk iki filmi ard arda izleyip, internette Ethan Hawke'in  (Jesse) üçüncü film için düşünmeye başladıklarını okuyunca sabırsızlanmaya başlamıştım bile. Filmi izlerken hakikaten eski iki dostla tekrar buluşmuş gibi hissediyor insan. 18 yıl önce ilk filmi izleyenler için nasıl bir heyecandır tahmin bile edemiyorum. Her neyse, filme geçelim...

 

   En sonda söyleyeceğimi en başta söyleyeyim. Bu film beni tatmin etmedi. En azından diğer filmler kadar.

   Nedenlerine gelirsek, ilk olarak önceki iki filmi tadına doyulmaz yapan özelliklerden biri bu filmde yok: Mekanlar. Hikayemiz Yunanistan'da başlıyor. Sanırım isteselerdi gayet güzel yerler, caddeler vesaire bulabilirlerdi orada. Fakat nedense yönetmen Richard Linklater, bu sefer sadece filmin ilk yarısında iki üç göz alıcı mekan gösteriyor. İkinci yarı ise sadece bir otel odasına ayırılmış. Madem bu tarz tek mekanlık bir şey düşündüler, keşke Behzat Ç.'nin 78. bölümü gibi filmin büyük bölümünü orada çekselerdi. Fakat sadece 30-35 dakikalık bölümü burada.  Buradan hemen sonra da yine kısa bir sahne ve son. 20-25 dakika kadar daha uzun olabilseydi keşke film. Tatmin etmedi dememin sebeplerinden biri de bu. 9 yıllık bir birikimi, 50 dakikalık hikayenin akışına pek fayda sağlamayan sahneler ve 50 dakikalık esas olayların olduğu 2 sahne ile (biri otel odası) aktaramamışlar. Yetmemiş.
                     


   Senaryoya değinecek olursak, Before Midnight diğer iki filme göre masalsı dünyadan sıyrılıp daha ayakları yere basan bir film. Karakterler, iş ve aile hayatlarından dolayı herkeste görülen kronik hastalıklara kapılmışlar. Artık pek toz pembe bakamıyorlar hayata. Özellikle çocuklar büyük etken bu duruma. Her ne kadar "aşkın ömrü üç yıldır" kuralını kıracak kadar aşık olsalar da, birbirlerini biraz yıpratmışlar. Özellikle şunu söylemem gerek. Otelde ki uzun tartışmayı izlerken ben buram buram Yılmaz Erdoğan'ın "Haybeden Gerçeküstü Aşk" oyununda ki tadı aldım. Bir kere ikisinde de ateşli bir sevişmeyi yersiz bir telefon sesi kesiyor ve o noktadan sonra işler sarpa sarıyor. Hatta bir yerde Jesse "karım-eski karım" vurgusunu yapınca, yok artık dedim. O tiyatrodan araklamış olamazlar herhalde senaryoyu. Yani umarım.

   Günümüz evliliklerin en çok patlak verdiği noktaları hakikaten iyi süzmüşler. Kadın kafasının erkeklerin sözlerini nasıl anladıkları, erkek kafasının ise kadınların sözlerini nasıl anladıkları ve söylenmek istenilen ile anlaşılan arasında ki farkı çok net görebiliyoruz. Laf cımbızlamalar, yersiz çıkarsamalar...

   Ama şunu belirtmeden edemeyeceğim. Bu filmde en çok sinirimi bozan faktör, Celine karakteri oldu. O nasıl bencil, dırdırcı, kariyer yapma delisi bir kadın olup çıkmış öyle. Erkek olduğum için kendi cinsimi tuttuğumu düşünüyor olabilirsiniz. Alakası yok. İsyan ettiği bazı noktalarda haklı, evet. Ama bu yapıcı olmak yerine yıkıcı bir tutum sergilediğini değiştirmiyor. Film boyunca Jesse her zaman olduğu gibi aşkının huyuna suyuna gitmeye çalışırken, alttan alırken, Celine'de de devamlı bir eski defterleri karıştırma, yangına körükle gitme hali var. Her fırsatta konuyu ayrılığa getiriyor ayrıca.




Filme yapılan eleştirilerden biri de yine Celine karakterinin diyaloglarından dolayı filmde ırkçılık olduğu şeklindeydi. Bir sahnede fresklerden birinin gözlerinin oyuk olduğu, ve bunu Türklerin yapmış olabileceği geçiyor. Bunun üzerine Celine türk erkeklerine bir daha oral seks (blowjob) yapmayacağını söylüyor. Hatta olayı biraz daha abartıp "blowjob joke" yapıyor kendi ifadesiyle. Her ne kadar beni en çok etkileyen film serilerinden birinde türklerin geçmesi güzel olsa da (bkz: yabancı filmde turkey lafı geçince sevindirik olan türk tipi) bu sahneden hoşlandığımı pek söyleyemem. Irkçılık olduğundan ya da türklük damarımın tuttuğundan değil. Sadece, sade bir aşk hikayesinde böyle laubali bir diyalog sırıtıyor. Gerçi bundan önce de Celine'nin yer yer ağzını bozup terbiyesizleşebileceğini görüyoruz ama bu sahne iyice belirginleştiriyor durumu. Bence senaryonun bu kısmı Julie Delpy'e ait. Diğer filmlerini de izleyenler bilir. Politik ve müstehcen şeyler yazmayı seven bir kadın. Belki kendisi de öyle bir kadın olduğu içindir. Bilemiyorum.


Ethan Hawke ise ilk iki filmde çıkardığı harika performansı tam gaz devam ettiriyor. Konuşmalarında vurgu yaptığı yerlere hakikaten bayılıyorum. "Nothing!" ler olsun, efendime söyleyeyim "bullshit!" ler olsun. Ayrıca adam hâlâ tam bir karizma. Jesse için ise söylenebilecek çok fazla birşey yok. Sadece film boyunca beni etkileyen iki cümle var.

(Before Sunset'i izleyenler daha iyi anlar.)

  "Şarkı söyleyişin yüzünden bütün hayatımı sikip attım."

ve

"Sana tüm hayatımı veriyorum. Verecek daha büyük bir şeyim yok."

   Before Midnight'da yine o upuzun diyaloglara tanıklık edebiliyoruz. Filmi farklı kılan bu tek çekimlik sahneler hakikaten insanı kendisine hipnotize ediyor. Dayanamayıp sohbete katılmak isteyebilirsiniz. İzlerken seyirciye kolay gelebilir bu non-stop konuşmalar. Ya da doğaçlama yapıyorlar diye düşünebilirsiniz. Ama değil. Yönetmen Richard Linklater doğaçlama filmler çıkarmayı sevmediğini, filmleri çekerken en çok zorlandıkları noktanın bu sayfalarca süren uzun diyalogları çıkarıp senaryoya dökmek olduğunu belirtiyor.

   Müzikler bakımından zengin sayılmaz film. Farkedebildiğim kadarıyla iki parça var. Hadi olsun olsun üç. Sahne başlarına hep aynı şarkının girişini koymuşlar. Fakat ne hikmetse pek yadırgamıyor insan. Hızlandığında sevinçli bir ana da gidiyor parça, yavaşladığında duygusallığa da. Hababam Sınıfı müziği gibi.



   Toparlayacak olursak, serinin bu üçüncü filmi benim sıralamamda yine üçüncü sırada olur. Bir puan vermek gerekirse temiz bir 7.5 alır benden. Keşke çok daha yukarısında bir film olsaydı. 9 yıl sonrasına inşallah artık. Before Sunrise benim için her zaman değişilmez olacak sanırım.

   2022'de gelecek olan film için en büyük temennimiz tabi ki öncelikle Ethan Hawke-Julie Delpy-Richard Linklater üçlüsünden herhangi birisinin bu dünyadan göçmemesi. Kısmet olur da çekilebilirse, Jesse ve Celine, ergenliğe yaklaşan ikizlere sahip 45'lerine gelmiş iki ebeveyn olacak. Şimdinin 20'lik gençleri de evlenip çoluk çocuğa karışacak belki de. Hatta bu sayede onları daha iyi anlayabiliriz sanırım. Bu nokta da insanı üzen şey ise ilk iki filmde içlerinde ki sevgi ve özlemin gözlerinden okunduğu iki aşığı bir daha artık göremeyecek olmamız. Ya da belki de görebiliriz. Ben pek ihtimal vermiyorum. Bu belirsizlik Before Midnight'ı da az çok etkiliyor. Kavuşucaklar mı acaba diye içimizi kemiren ucu açık filmlerden sonra bu sefer başka sıkıntılarla cebelleşen çiftin devamı yine bize kalıyor.

   İyi seyirler sevgili sinemaseverler. 9 yıl sonra görüşmek üzere...