envai çeşit zırvalar kütüphanesi

1 Nisan 2012 Pazar

4+4+4'e 12 Denemeyen Ülkenin Eğitim Sistemi


Yaklaşık bir ay kadar önce, tepeden inmeci bir tavırla önce komisyonlara, sonra da meclise getirilen bir eğitim reformu var. Cuma günü de bu reform meclisten geçerek yasalaştı. İçeriğine baktığımızda, diyemiyorum, çünkü ortada bakılabilecek net bir içerik göremiyorum. Köşe yazarlarından vekillere, öğretmenlerden halka neredeyse hiçkimse, mevcut eğitim sistemini kökten değiştireceği söylenen bir reform paketi hakkında hiçbir şekilde bilgilendirilmedi.
Bilgi almak isteyenlerin başvurdukları kaynak vekillerin ağız ucuyla verdikleri "tüyo"lardan öteye geçemedi. Müzmin radikal muhalifler dışında da bir kişi bile çıkıp şu soruyu sormadı: "Mevcut eğitim sisteminin birincil sorunu eğitimin veriliş şekli mi, yoksa müfredat ve bunun uygulanış şekli mi?" Bu soru başta bugüne kadarki eğitim sisteminden en çok zarar gören insanlar olmak üzere herkesin aklına gelmeliydi. Fakat paketin içinde yer alan imam-hatip eğitiminin ilkokul seviyesine çekilebilme ihtimali, muhaliflerin olaya sadece bu açıdan bakarak körleşmesinin, dindar kesimin de olaya sadece bu açıdan bakarak reformu desteklemesinin önünü açtı. Yani burada öncelikli olarak kabul etmemiz gereken bir gerçek var: AKP, toplumun düşüncesini yönetmekte ne kadar başarılı olduğunu bir kez daha ortaya koydu. İnsanlar bu soruya takılıp kaldıkları için, gereken esas reformun içeriğini tartışmayı akıllarına dahi getiremediler. Hoş, buna vakit de yoktu gerçi. Çünkü ortada neredeyse bir ay içerisinde konuşulmuş, görüşülmüş, fikirleri alınmış(!) bir taslak meclisten geçirildi bir şekilde.


Eğitim reformundan anlaşılan şey şu: Eskisi çok kötü, yenisi bundan daha iyi olacak. Mesleki yönlendirmeyi bir seçenek olarak daha erken sunması açısından yararlı olacağı aşikar olan bu yasada sorun şu bana göre: Örnek alınan Almanya eğitim sistemi, Almanya'nın 20 yıldan uzun bir süredir uygulamasına ve bundan önce de benzer bir sisteme sahip olmasına rağmen istenilen düzeyde değil. PISA(Uluslararası Öğrenci Değerlendirme Programı) verilerine göre Almanya, birçok Avrupa ülkesinin ve Çin'in belirli bölgelerinin de gerisinde kalmış durumda. Türkiye'nin bu değerlendirme tablosundaki yeriyse içler acısı: Üyesi bulunduğu OECD ortalamasının gerisinde kalan birkaç Avrupa ülkesinden biri ve sıralamada Türkiye'nin altında sadece birkaç "yeni yetme" Avrupa ülkesi var. Bu açıdan bakıldığında, Türkiye'nin Almanya'yı örnek alması normal karşılanabilir gözükmesine rağmen, değil. Nedeniyse çok açık: Yıllardır aynı eğitim sistemini uygulayan Almanya istediği eğitim seviyesine ulaşamamışsa ve son on yıldır yerinde saymayı geçtim, gerilemekteyse, ve bu sistemi tepeden inmeci bir anlayışla, bir anda uygulamaya sokmaya kalkışan bir ülkeden bahsediyorsak, felaket kapımızda olabilir. Bir kere Almanya'nın yönetim şekli Türkiye'den çok farklı. Almanya eyalet sistemiyle yönetiliyor, ve dolayısıyla sistem Türkiye'deki gibi "milli" bir tanım içerisinde ele alınmıyor. Her eyalet kendi iç kurallarına göre sistemi uyguluyor. Bu da, sistem ne kadar başarılı sayılmazsa sayılmasın, sistemin en azından tek-tip insan yetiştirmeye müsait bir sistem olmadığını gösteriyor. Türkiye için esas reform gerektiren kısım da tam da bu noktada ortaya çıkıyor. Eğitimin veriliş şeklinden önce değişmesi gereken şey, eğitimin içeriği. İmam-hatiplerin ilkokul seviyesine inmesine "beyin yıkanması" ihtimalini öne sürerek karşı çıkan CHP güruhunun görmek istemediği, ya da gerçekten göremeyecek kadar kör olduğu bir şey var: Bu ülkede beyin yıkama işi bugün imam-hatiplerin ilkokullara indirilmesiyle ya da Kur'an-ı Kerim'in seçmeli ders olmasıyla ilk defa gelecek bir şey değil. (Gerçek dini eğitimin gerçekten seçmeli olarak verilmesinin beyin yıkama olduğunu düşünmüyorum, eğer her dini ve vicdani inanca bu özgürlük tanınırsa bu bir beyin yıkama olmaz. Fakat ülkedeki genel "İslam anlayışı"nın milliyetçilikle ne kadar iç içe geçtiği düşünüldüğünde, evet, ben de şu an gelen imam-hatip sisteminin istenilen bireyleri yetiştirmek maksadıyla getirildiği kanısındayım.)

Cumhuriyet kurulduğundan ve Kemalist zihniyet tesis edildiğinden beri, çocuklar, milli hamaset tarihini öğrenmekten bıktı, fakat sistem çocuklara bunu tekrarlatmaktan bıkmadı. Kurtuluş Savaşı, Çanakkale Muharebesi, İstanbul'un Fethi, ve bunun gibi bir sürü tarihi olay, sadece geri kalmış ulus devletlerde öğretildiği şekliyle, tek taraflı kahraman edebiyatıyla bizlere öğretildi. Tek parti döneminde eğitim adına uygulanan politika, Türk ulusunu ululaştırmak ve gerisi hakkında pek bilgi vermemek üzerine kuruldu. Sonraki Menderes döneminde tarih kitaplarımıza Osmanlı kahramanlıkları da girmeye başladı. O zamanlar aklıma gelip bir anda yok oluveren "Hep biz mi yenmişiz?" ya da "Hep bizim hakkımız mı yenmiş?" sorularını cevapsız bırakan sistem olan geçmiş sistem de masum değildi, anlatmak istediğim bu. 4+4+4'e muhalif büyük bir kesimin düştüğü yanlış bu. İmam-hatipleri yok etmek için getirilen 8 yıllık kesintisiz eğitim çok masumdu da imam-hatipleri ilkokul seviyesine indirmeye çalışan 4+4+4 sistemi mi suçlu? Bunu iddia etmek, iki ucu malum değneği ortasından tutmayı becerememektir.

Geçmiş sistemin tek yanlışı tarih anlatımı ve ideolojik enjeksiyon değil. Düşünmek yerine ezberlemeyi, "10 soru vereyim 5'i çıkar, çalışın."larla öğrencileri mezun etmeyi kaldırmayan hiçbir değişim, esaslı değişim tanımını hak etmez. Okullarda ezberlediklerimizi sokaklarda, evde, sohbetlerde papağan gibi tekrarlayarak birbirimize neyi ispatlamaya çalıştığımızı anlayamadan eğitim gördüğümüzü sandık. Ve en azından nesildaşlarım adına, küçük istisnalar dışında şunu söyleyebilirim: Bir şeyleri ezberlemekten bir şeyler düşünmeyi öğrenememenin sıkıntısını üniversitede çekmeye başladık. Bizlere düşünmeyi öğretmesi, bunu aşılaması gereken ilköğretim süreci, bizleri istediği munis, sakin, itiraz etmeyen ve yüksek sese, şiddete duyarsız kalan tipte yetiştirmekten başka bir işe yaramadı, ve bu tesadüf değildi.

Çocukların duydukları, gördükleri her şeyi zihinlerine bir kasete kaydeder gibi kaydettikleri sürekli söylenir durur. Çocukların bu özelliklerini çok net ve çok acı bir şekilde ifade eden deneyler silsilesi 1940'ta Kenneth ve Mamie Clark adlı iki bilim insanı tarafından Oyuncak Bebek Deneyi adıyla yapılmış. Deneyde siyah çocukların önüne biri siyah, diğeri beyaz olmak üzere iki oyuncak bebek konuyor, ve çocukların bu bebekler hakkındaki fikirleri soruluyor. Siyah çocuklar, kendilerine sorulan "Hangi bebek daha güzel?", "Hangi bebek daha şirin?", "Hangisi daha iyi?" şeklinde sorulara beyaz ve mavi gözlü bebek yanıtını, olumsuzluk içeren sorulara da siyah bebek yanıtını veriyorlar. Eğitim sistemi ve toplumsal algı tarafından büyük bir kısmı kasıtlı olarak enjekte edilen tüm fikirler, çocukların gelişiminde onulamayacak yaralara sebep oluyor.

Sonuç olarak, imam-hatipleri tukakalayan sözde ilerici-bilimci kesimin büyük bir kısmını oluşturduğu zihniyetin 80 küsür yıllık tektip Kemalist Türk yetiştirme sevdasına tek söz etmemiş olması manidar. Fakat öte yandan eğitim reformisti kisvesine bürünerek aynı tektip zihniyetin sadece değişkenleriyle oynayıp tektip Sünni Türk yetiştirme sevdalısı mevcut hükümetin de niyetinin sahih olmadığı aşikar.

Keşke reformdan bahsedilirken, OECD ülkeleri arasında 20. olan Almanya'nın eğitim sistemi, sırf imam-hatiplerin ilkokul düzeyine kadar indirilmesine müsait olduğundan seçilmeseymiş ve daha ileri sıralarda olan ülkelerin daha iyi eğitim sistemleri örnek alınsaymış da, bu reformcu kimlik kisvesi biraz inanılabilir olsaymış. Tek dileğim bizim gibi ezberci, düşünmeyi öğrenmek için yıllar geçirmesi gereken "düz" nesillerin artık yetişmemesi.

0 yorum:

Yorum Gönder

ee, ne dersin? :