envai çeşit zırvalar kütüphanesi

25 Mayıs 2011 Çarşamba

Kaybedenler Kulübü İçin Diyeceğim O Ki





Not: Bu yazı kaleme alınırken can gox - melancholy man dinlenmiştir.Yazarın özel tavsiyesidir aynı zamanda.

İtiraf etmeliyim ki bu filme başta ön yargım vardı. Fragman dikkat çekici olduğu kadar aynı zamanda sadece parasal amaçla yapılmış bi film mesajı veriyodu. Ayrıca işin içinde Nejat İşler de olunca bakış değişiyor tabii ki.

Neyse yinede merak edip girdik bi kere ilk sahneyi kaçırsak da.



Gelelim filme. Konudan kısaca bahsedicek olursak iki yalnız(!) adamın radyo programlarının ve kadınlarla olan ilişkilerinin hikayesi anlatılmakta. Evet, "buraya kadar olan kısmı afişten çıkarabiliyoruz zaten" dediğinizi duyar gibiyim.

O zaman inelim derine. Kaan (Nejat İşler) ve Mete(Yiğit Özgener) hayattan olabildiğince zevk almaya çalışan ve bunu genellikle kadınlar ve alkol üzerinden deneyen ve fakat bir yandanda mutsuzluğun dibine vurmuş iki arkadaş. Çok konuşulan grup seks sahneleri filmin hemen başlarında yer yer çıkıyor karşımıza. Fakat izleyen için aşırı bir müstehcenlik taşımadığını düşünüyorum. Bunda yönetmenin katkısı büyük. Sahneler kare kare kesit kesit olunca tadında hatta komik olmuş diyebilirim.Bu iki adam günümüzdeki mutsuz neslin kahramanı oluyor. Bunun filmin izlenmesine artı etki yarattığı çok açık.


Radyo programı içindeki diyaloglar baştan yoğun bel altı gelebilir fakat sonra güldüren daha sonra gerçekten akılda kalıcı diyaloglar barındırıyor. Bol bol beyoğlu istiklalden kesitler görüyoruz. Ee bu abiler rock'n'rool takılan hayattan baymış rahat abiler. Nerede olabilirler başka? Küfürler diz boyu. Fakat motomot küfürlü diye bakılmamalı filme. Aynı zamanda bu iki karakteri özgürlükçü, cesur, sansür tanımayan hafif anarşist kılıyor. Bu da samimiyet katıyor işin içine. Neyse ki Şenol Erdoğan (filmde adı hiç geçmiyor) ağdalı Türkçesiyle seviyeyi biraz olsun yukarı çekiyor.(!)

Kaan'ın ev arkadaşı Murat'a bir parantez açmak istiyorum. Her ne kadar hep bi köşede de olsa bu belgesel manyağı arkadaş filmin en etkileyici tiplerinden biri ve Rıza Kocaoğlu harika canlandırmış.



Filme dönersek... Aşk. Filmin bütün gidişatını değiştiren nokta. Mimarlıkla ilgilenen güzel bi' ablamız (Ahu Türkpençe) var. Ve Kaan abimize tutuluyor yavaştan. İlk kıvılcım ondan geliyor diyebiliriz.

--SPOİLER--

İşlenen ilişki genel hatlarıyla güzel."Hangi iskele?" oyunu gayet güzel düşünülmüş özellikle. Gerçekten iki heyecanlı sevgili görüyoruz perdede. Fakat sonlara doğru saçmalamalar var yer yer. Zeynep'in o kadar fevriken manasız git gelleri... Kaan'ın hatun yalvarırken kal demeyip çok sonra pişman olması. İkinci bir ıssız adam vakası gibi geldi bana. "Çok aşıkmışız haberimiz yokmuş" diyor ya hani. Yok arkadaş öyle bi' dünya. Hangi adam o kadar aşıkken ve sevdiği kadın ağzından çıkacak tek kelimeye sarılmışken kal demez?! Hayır varsa da zekadan yoksundur otursun ağlasın. Hakkıdır.

--SPOİLER--

Bunun dışında kadın erkek ilişkileri hakkında da güzel tespitlerde var bu ilişki üzerinden. Örneğin kadınların sevdikleri adamların özelliklerine aşık olup sonra o özellikleri çıkarmak istemeleri. Film öncesi sahip olduğum bu ve birkaç fikrin daha birebir çıkması hoştu benim açımdan.

Oyunculuklar bakımından standartın çok çok üstünde bi başarı yakalamış bir film bence kaybedenler kulübü. Göze batan en ufak bir nokta dahi yok gibi. Tek tek saymaya gerek yok ama özellikle Yiğit Özgener çok iyi bir oyunculuk çıkarmış.

Bazı sahnelerde ekranın ikiye hatta daha fazla kareye bölünmesi hoş bi hava katmış filme. Bazı sahneler kare kare siyah beyaz olarak aktarılmış. Sanırım bunları da yönetmenin başarısı olarak adlandırabiliriz.

Ve müzikler... Belki de filmin kimilerinde bırakacak en büyük etkisi. Muazzam bir çalışma ve şarkı seçimi. 19 parçadan hiçbiri karavana olmaz mı yahu?! Filmi bırakıp müziğe bırakabiliyosunuz kendinizi. Bir şekilde soundtrack albümünü edinin derim şahsen.


Filmi çok övdük biraz durulalım. Birkaç ufak hata yok değil. Öncelikle Kaan abimiz görüldüğü kadarıyla bol bol para harcayan bi tip. Ama ev ofis bar üçgeninden hemen hemen hiç çıkmayan, kitapları satmayan kirasını ödemekte zorlanan bu adam nerden buluyor bu parayı gibi bir soru gelmiyor değil akla. Harley Davidson motor çok ucuz birşey değil bildiğim kadarıyla. Bunun yanında tehtid telefonu sahnesi çok gereksiz. Bir sonuca bağlanıcakmışçasına ince işlenmiş çünkü fakat bağlanmıyor haliylede sırıyor.


Bunlara rağmen diyeceğim o ki izlenmeye değer bir film. Tüm türk yapıtlarının içinde kendine ait özel bir yeri olacaktır muhakkak.

İyi seyirler sevgili okurlar...Tabii eğer böyle birşey mümkünse!

0 yorum:

Yorum Gönder

ee, ne dersin? :