Bu yazıda yazanlar çoğu insanın bildiği, hayatın sırrı niteliğinde olmayan fakat nedense çoğumuzun ıskaladığı bilgiler içeriyor.
Amerikalı filozof Elbert Hubbard şöyle diyor. "Hayatta yapabileceğiniz en büyük hata, sürekli bir hata daha yapacağınız korkusudur."
Kendimde ve çevremde sıklıkla gördüğüm şeylerden biri bu hata yapma korkusu. Elimde bununla ilgili somut bir istatistik yok ama bunun toplum bazında çok yaygın olduğunu düşünüyorum. Çok şaşırtıcı bir durum değil tabi ki bu. Çocuk yaşlarda "hata yaparsam anne babamdan azar yerim." Gençlik çağında "hata yaparsam okulda başarısız olur meslek edinemem". Yetişkinlikte "hata yaparsam işimden atılırım beş parasız kalırım". Bu örnekler yüzlerce çoğaltılabilir. Görüldüğü üzere birey olarak daha küçük yaşlardan itibaren yapılan bir hatanın sonucu yaşanacak felaketler silsilesinin senaryolarını düşünerek yaşamımızı sürdürüyoruz ve çoğu psikolojik durumda olduğu gibi bu durumun temelleri de henüz erken yaşlarda atılıyor. Dikkat edilecek olursa, yukarıda verdiğim "hata yaparsam..." örneklerinin tamamında sonuçlar, başka insanların hatayı kavrama ve hataya karşı yaklaşma biçiminden kaynaklanan şeyler. Yani aslında yapılan hatanın değil, kişinin çevresinin hataya verdiği reaksiyonların sonuçları. Bu sebeple "hata yapma korkusunu" irdelerken konunun kökeni olan "hata" denen olguyu doğru kavrayabilmekten başlamak gerek.
Tuhaf ve bir o derece komiktir ki insanların yapmaktan çok korktuğu bir şey olan hata, sağlıklı her bireyin hayatı boyunca kolayca ve sıklıkla içine düşebileceği bir durumdur. Yani size garanti verebilirim ki eğer araştırırsanız benim çeşitli hatalarımı bulabilirsiniz ve yine garanti verebilirim ki eğer araştırırsam sizin de hata veya hatalarınızı ortaya çıkarabilirim. Şarkısı bile var "Hatasız kul olmaz" diye. Peki biz niye bunu sadece şarkı sözü olarak değil de hayatın bir gerçeği olarak kabullenmiyoruz? Çünkü herkes ama herkes için geçerli! Görkemli imparatorlukları yönetmiş imparator ve padişahlar için de geçerli. Hatta alemlere rahmet olarak gönderilen Hz. Muhammed (S.A.V) için bile. Bunu söylediğinizde islam ülkelerinin çoğu yerinde tepki görebilirsiniz belki ama peygamberler de hatalar yapmıştır. Bunu bizzat Kuran'da görürüz.
(Abese Suresi 1.-10. Ayetler Muhammed Esed Meali)
"O, suratını astı ve uzaklaştı. Çünkü kör bir adam o'na yaklaşmıştı! Nereden bilebilirsin, belki de o arınacaktı, yahut hakikat hatırlatılacak ve bu hatırlatma kendisine fayda verecekti. Ama kendini her şeye yeterli görene gelince, sen bütün ilgiyi ona gösterdin, halbuki onun arınmaktan geri kalmasının sorumlusu sen değilsin. Ama sana büyük bir istekle geleni ve Allah korkusu ile yaklaşanı sen görmezden geldin!"
Rivayete göre bu ayetler, Hz. Muhammed'in müşrik bir kabile reisini ve onun vasıtasıyla da kabilesini İslam'a davet etmeye çalışırken, kendisine bir konuda danışmak isteyen kör bir adamı yüzünü ekşiterek reddetmesi üzerine indi. Bu ilk bakışta sadece bir nezaketsizlik gibi görünse de, görev başında olan bir peygamber için yeni ayetlerle uyarılacak kadar büyük bir hataydı. Yine Kasas suresinde görüyoruz ki Hz. Musa yanlışlıkla da olsa bir adamın ölümüne sebep olmuştu. Bu ise bir önceki örneğe göre çok daha net bir hataydı. Fakat bu hatalar onların peygamberliğine engel olmadı. Burada irdelenmesi gereken Allah'ın onlardan kusursuz olmalarını mı yoksa yaptıkları hatalarına tövbe etmelerini mi beklediği meselesi.
Çocukların ilerleyen yaşlarda yapmak istedikleri işler karşısında adım atamayacak, önlerine çıkan fırsatlarda bazı riskleri alamayacak kadar pasifize eden hata yapma korkusunun kodlarını yine en başta biz yazıyoruz maalesef. Hata yapmamayı öğretmekle, hata yapıldığında nasıl hareket edileceğini öğretmek arasında çok ince bir çizgi ve fakat siyahla beyaz kadar fark var. Hata yapmamaktan daha önemli ve daha kritik bir şey varsa o da hata yaptıktan sonraki eylemler. Çünkü yanlışlarımızı ancak yanlıştan sonra yaptıklarımız ile silebiliriz. Bu sebeple çocukların hataları karşısında ekseriyetle yapılan "neden şunu şunu yapıyorsun" şeklindeki tepki yerine, bu eylemin doğuracağı sonuçları izah etmek onu o yanlıştan çok daha sakındıracaktır. Yani bir çocuğun tuvaletten sonra elini yıkamaması gayet normal ve olası bir hatadır. Ama bunu tekrar tekrar yapması onun değil anne babasının hatasıdır. Çünkü ya umursamamazlık göstermişlerdir (Çocuktur yapar.) ya da doğru bir üslupla karşılık vermemişlerdir.(Gel buraya eşek sıpası seni!) Bu korkutma tutumu kısa vadede işe yarasa da uzun vadede daha büyük zararlara yol açar.
Ben hatırladığım kadarıyla okulda öğretmenlerimden çok çok nadir azar işitmişimdir. Bunun altında akranlarım kadar yaramaz bir çocuk olmayışım gibi, yaptığım yanlış hareketlerden sonra özür dilemem ve yaptığım yanlışı doğrusu ile telafi etmemle de ilgili olduğunu düşünüyorum. Bu anlayışı hayatımızın herhangi bir döneminde de uygulayabiliriz. Çok basit iki adım. Özür dile ve doğrusunu yap. İkisini tek bir ifade de birleştirecek olursak "sorumluluk al". Türk toplumunun tepesinden tırnağına her kesiminde tezahür eden bir hastalıktır bu. Çünkü türk ahlâk yapısında kendine yer bulamamıştır. Yalan söylememeyi, hırsızlık yapmamayı, adam öldürmemeyi çok iyi tembihleriz Ama yanlış yaptığımızda yanlışı üzerimize almamız söylenmez. Bu yüzden "arabayla yayaya çarpıp kaçan sürücü" artık klişe bir haber haline gelmiştir. Hastahaneye götürüp ameliyat masraflarını karşılamak ise halk kahramanlığıdır adeta. "Keçinin olmadığı yerde koyuna abdurrahman çelebi derler" hesabı. Bu hatanın sorumluluğunu almama durumunu gözlemleyebilmek için çok uzaklara bakmanıza da gerek yok bu arada. Ülkenin en büyük üç dört siyasi parti yöneticilerini takip edin, yeterli.
Yönetici demişken hayatta en çok hata yapma endişesi yaşanılan alanlarından biri, şüphesiz iş yerleri. Bu, şirket yöneticilerinin altlarındaki çalışanlara yaklaşma biçimi ile bire bir ilişkili. Yeterli hata toleransını göstermeyen veya işten çıkarmayı, çalışana her an kullanabilecek bir joker kartı gibi hissettiren şirketler aslında farkında olmadan kendi ayaklarına sıkar. Zira bir kişinin işini en yüksek seviyede ve en faydalı şekilde yapabilmesi için en başta mental anlamda kendini iyi hissedebilmesi gerekir ve bunu sadece yüksek maaşla sağlayamazsınız. Para, gerekli ama tek başına yeterli olmayan bir araçtır. Daha fazlası gerekir. Buna karşın en büyük şirketlerde dahi yöneticilik vasıflarına sahip olmayan kişilerin önemli mevkilere getirilebildiğini sıklıkla görebilirsiniz. Çünkü yöneticiliğe yükselmenin en önemli ve belki de tek kıstası, işini iyi ve çok uzun yıllar yapmış olmak yani tecrübe sahibi olmaktır. Gel gör ki yöneticilik, işini iyi yapmanın yanında en başta iyi ikili ilişkiler kurabilme, kaliteli şekilde iletişime geçebilme yeteneği gerektirir. Altına "sıfır hata" baskısı yapan ve/veya yapılan hataları yapıcı şekilde karşılamayan yöneticiler, çalışanı kazanmak şöyle dursun aksine kişiyi kaybedecek, departmanından yeterli performansı alamayacak ve kendi üstlerine karşı elini zayıflatacaktır. Esasında bu en tepeden zincirleme şekilde ilerleyen bir yanlış. Yani üstünden baskı gören kişi de bu baskıyı altına göstererek bir nevi iletkenlik görevi görüyor ve durum domino taşı misali en uca kadar taşınıyor. Bu zinciri kıracak şey de yukarıda da bahsedildiği üzere doğru kişilere yöneticilik vermek ve o yöneticilerle doğru frekansta iletişime geçmek olacaktır.
Bir hatanın tekrarlanması için "hata yapacağım korkusu" birebirdir. Beşiktaş futbol takımının efsane olmuş kalecilerinden Fevzi Tuncay, 2010 yılında Galatasaray ile çıkılan şampiyonluk maçında kendisine atılan geri pası, top yerdeki çukurdan sektiği için ıskalamış ve yediği golle takımını şampiyonluktan etmişti. Bakın o geri pası veren oyuncu Halilegic, olayın sonrasını nasıl anlatıyor. “Bu, Fevzi’nin tek hatası değildi, sonraki maçlarda benzer birkaç hatası daha vardı. Zaten sonra Fevzi kariyerinde inişe geçti. Beni de çok etkiledi. Mesela şimdi tribünlerde maç izlediğimde herhangi bir hatada etrafımda futbolculara edilen küfürleri duyuyorum. Düşünüyorum da o anda ne kadar küfür ve tepki olmuştur. Bizi çok olumsuz etkiledi. Ben zaten birkaç ay sonra hastalandım. O stresten sonra yavaş yavaş bir iniş yaşıyorsun. Sonraki süreçte Beşiktaş’tan ayrıldım.” 2010'daki o hatadan sonra Fevzi, 2011 yılında elinden kaçırdığı topla bir hatalı gol daha yemişti. Beşiktaş maçı 2-1 almıştı ama Fevzi'nin yediği golden sonra kafasını kale direğine defalarca vurması yıllarca unutulmayacak şekilde hafızalara kazındı. O seneden sonra da 2010 senesine kadar pırıl pırıl parlayan Beşiktaş kariyeri, kötü bir şekilde sona erdi. Bununla da bitmedi. Daha sonraki hayatında eşinden boşandı, parasız kaldı, nafaka ödeyemediği için hapse düştü.
Hata toleransından bu kadar bahsedip insanları yanlışlarından sakınmayacak kadar gevşetmek de doğru olmaz elbette. Bilen bilir teniste basit hata diye bir tabir vardır. Basit hata yapan sporcuya yaptırım uygulanmaz. Fakat iki kez üst üste basit hata yapan sporcu, puanı rakibine kaptırır. Hayatta da durum pek farklı değil. Hatalarımızda ısrarcı olmak vurdumduymazlık elametidir ki bu da hiç istemediğimiz bir durum. Tedbir almamak, küçümsemek, bir kereden bir şey olmaz demek, içine en sık düştüğümüz yanılgılardan.
Amerikalı filozof Elbert Hubbard şöyle diyor. "Hayatta yapabileceğiniz en büyük hata, sürekli bir hata daha yapacağınız korkusudur."
Kendimde ve çevremde sıklıkla gördüğüm şeylerden biri bu hata yapma korkusu. Elimde bununla ilgili somut bir istatistik yok ama bunun toplum bazında çok yaygın olduğunu düşünüyorum. Çok şaşırtıcı bir durum değil tabi ki bu. Çocuk yaşlarda "hata yaparsam anne babamdan azar yerim." Gençlik çağında "hata yaparsam okulda başarısız olur meslek edinemem". Yetişkinlikte "hata yaparsam işimden atılırım beş parasız kalırım". Bu örnekler yüzlerce çoğaltılabilir. Görüldüğü üzere birey olarak daha küçük yaşlardan itibaren yapılan bir hatanın sonucu yaşanacak felaketler silsilesinin senaryolarını düşünerek yaşamımızı sürdürüyoruz ve çoğu psikolojik durumda olduğu gibi bu durumun temelleri de henüz erken yaşlarda atılıyor. Dikkat edilecek olursa, yukarıda verdiğim "hata yaparsam..." örneklerinin tamamında sonuçlar, başka insanların hatayı kavrama ve hataya karşı yaklaşma biçiminden kaynaklanan şeyler. Yani aslında yapılan hatanın değil, kişinin çevresinin hataya verdiği reaksiyonların sonuçları. Bu sebeple "hata yapma korkusunu" irdelerken konunun kökeni olan "hata" denen olguyu doğru kavrayabilmekten başlamak gerek.
Tuhaf ve bir o derece komiktir ki insanların yapmaktan çok korktuğu bir şey olan hata, sağlıklı her bireyin hayatı boyunca kolayca ve sıklıkla içine düşebileceği bir durumdur. Yani size garanti verebilirim ki eğer araştırırsanız benim çeşitli hatalarımı bulabilirsiniz ve yine garanti verebilirim ki eğer araştırırsam sizin de hata veya hatalarınızı ortaya çıkarabilirim. Şarkısı bile var "Hatasız kul olmaz" diye. Peki biz niye bunu sadece şarkı sözü olarak değil de hayatın bir gerçeği olarak kabullenmiyoruz? Çünkü herkes ama herkes için geçerli! Görkemli imparatorlukları yönetmiş imparator ve padişahlar için de geçerli. Hatta alemlere rahmet olarak gönderilen Hz. Muhammed (S.A.V) için bile. Bunu söylediğinizde islam ülkelerinin çoğu yerinde tepki görebilirsiniz belki ama peygamberler de hatalar yapmıştır. Bunu bizzat Kuran'da görürüz.
(Abese Suresi 1.-10. Ayetler Muhammed Esed Meali)
"O, suratını astı ve uzaklaştı. Çünkü kör bir adam o'na yaklaşmıştı! Nereden bilebilirsin, belki de o arınacaktı, yahut hakikat hatırlatılacak ve bu hatırlatma kendisine fayda verecekti. Ama kendini her şeye yeterli görene gelince, sen bütün ilgiyi ona gösterdin, halbuki onun arınmaktan geri kalmasının sorumlusu sen değilsin. Ama sana büyük bir istekle geleni ve Allah korkusu ile yaklaşanı sen görmezden geldin!"
Rivayete göre bu ayetler, Hz. Muhammed'in müşrik bir kabile reisini ve onun vasıtasıyla da kabilesini İslam'a davet etmeye çalışırken, kendisine bir konuda danışmak isteyen kör bir adamı yüzünü ekşiterek reddetmesi üzerine indi. Bu ilk bakışta sadece bir nezaketsizlik gibi görünse de, görev başında olan bir peygamber için yeni ayetlerle uyarılacak kadar büyük bir hataydı. Yine Kasas suresinde görüyoruz ki Hz. Musa yanlışlıkla da olsa bir adamın ölümüne sebep olmuştu. Bu ise bir önceki örneğe göre çok daha net bir hataydı. Fakat bu hatalar onların peygamberliğine engel olmadı. Burada irdelenmesi gereken Allah'ın onlardan kusursuz olmalarını mı yoksa yaptıkları hatalarına tövbe etmelerini mi beklediği meselesi.
Çocukların ilerleyen yaşlarda yapmak istedikleri işler karşısında adım atamayacak, önlerine çıkan fırsatlarda bazı riskleri alamayacak kadar pasifize eden hata yapma korkusunun kodlarını yine en başta biz yazıyoruz maalesef. Hata yapmamayı öğretmekle, hata yapıldığında nasıl hareket edileceğini öğretmek arasında çok ince bir çizgi ve fakat siyahla beyaz kadar fark var. Hata yapmamaktan daha önemli ve daha kritik bir şey varsa o da hata yaptıktan sonraki eylemler. Çünkü yanlışlarımızı ancak yanlıştan sonra yaptıklarımız ile silebiliriz. Bu sebeple çocukların hataları karşısında ekseriyetle yapılan "neden şunu şunu yapıyorsun" şeklindeki tepki yerine, bu eylemin doğuracağı sonuçları izah etmek onu o yanlıştan çok daha sakındıracaktır. Yani bir çocuğun tuvaletten sonra elini yıkamaması gayet normal ve olası bir hatadır. Ama bunu tekrar tekrar yapması onun değil anne babasının hatasıdır. Çünkü ya umursamamazlık göstermişlerdir (Çocuktur yapar.) ya da doğru bir üslupla karşılık vermemişlerdir.(Gel buraya eşek sıpası seni!) Bu korkutma tutumu kısa vadede işe yarasa da uzun vadede daha büyük zararlara yol açar.
Yönetici demişken hayatta en çok hata yapma endişesi yaşanılan alanlarından biri, şüphesiz iş yerleri. Bu, şirket yöneticilerinin altlarındaki çalışanlara yaklaşma biçimi ile bire bir ilişkili. Yeterli hata toleransını göstermeyen veya işten çıkarmayı, çalışana her an kullanabilecek bir joker kartı gibi hissettiren şirketler aslında farkında olmadan kendi ayaklarına sıkar. Zira bir kişinin işini en yüksek seviyede ve en faydalı şekilde yapabilmesi için en başta mental anlamda kendini iyi hissedebilmesi gerekir ve bunu sadece yüksek maaşla sağlayamazsınız. Para, gerekli ama tek başına yeterli olmayan bir araçtır. Daha fazlası gerekir. Buna karşın en büyük şirketlerde dahi yöneticilik vasıflarına sahip olmayan kişilerin önemli mevkilere getirilebildiğini sıklıkla görebilirsiniz. Çünkü yöneticiliğe yükselmenin en önemli ve belki de tek kıstası, işini iyi ve çok uzun yıllar yapmış olmak yani tecrübe sahibi olmaktır. Gel gör ki yöneticilik, işini iyi yapmanın yanında en başta iyi ikili ilişkiler kurabilme, kaliteli şekilde iletişime geçebilme yeteneği gerektirir. Altına "sıfır hata" baskısı yapan ve/veya yapılan hataları yapıcı şekilde karşılamayan yöneticiler, çalışanı kazanmak şöyle dursun aksine kişiyi kaybedecek, departmanından yeterli performansı alamayacak ve kendi üstlerine karşı elini zayıflatacaktır. Esasında bu en tepeden zincirleme şekilde ilerleyen bir yanlış. Yani üstünden baskı gören kişi de bu baskıyı altına göstererek bir nevi iletkenlik görevi görüyor ve durum domino taşı misali en uca kadar taşınıyor. Bu zinciri kıracak şey de yukarıda da bahsedildiği üzere doğru kişilere yöneticilik vermek ve o yöneticilerle doğru frekansta iletişime geçmek olacaktır.
Bir hatanın tekrarlanması için "hata yapacağım korkusu" birebirdir. Beşiktaş futbol takımının efsane olmuş kalecilerinden Fevzi Tuncay, 2010 yılında Galatasaray ile çıkılan şampiyonluk maçında kendisine atılan geri pası, top yerdeki çukurdan sektiği için ıskalamış ve yediği golle takımını şampiyonluktan etmişti. Bakın o geri pası veren oyuncu Halilegic, olayın sonrasını nasıl anlatıyor. “Bu, Fevzi’nin tek hatası değildi, sonraki maçlarda benzer birkaç hatası daha vardı. Zaten sonra Fevzi kariyerinde inişe geçti. Beni de çok etkiledi. Mesela şimdi tribünlerde maç izlediğimde herhangi bir hatada etrafımda futbolculara edilen küfürleri duyuyorum. Düşünüyorum da o anda ne kadar küfür ve tepki olmuştur. Bizi çok olumsuz etkiledi. Ben zaten birkaç ay sonra hastalandım. O stresten sonra yavaş yavaş bir iniş yaşıyorsun. Sonraki süreçte Beşiktaş’tan ayrıldım.” 2010'daki o hatadan sonra Fevzi, 2011 yılında elinden kaçırdığı topla bir hatalı gol daha yemişti. Beşiktaş maçı 2-1 almıştı ama Fevzi'nin yediği golden sonra kafasını kale direğine defalarca vurması yıllarca unutulmayacak şekilde hafızalara kazındı. O seneden sonra da 2010 senesine kadar pırıl pırıl parlayan Beşiktaş kariyeri, kötü bir şekilde sona erdi. Bununla da bitmedi. Daha sonraki hayatında eşinden boşandı, parasız kaldı, nafaka ödeyemediği için hapse düştü.
Aynı yıllarda Beşiktaş'ın unutulmazları arasına giren Nijerya'lı bir kalecisi daha vardı. Ike Shorunmu bir şampiyonlar ligi maçında Leeds United takımından tek maçta tam 6 gol yemişti. 6-0'lık tarihi yenilgiden akılda kalanlardan biri, Shorunmu'nun yediği gollerden sonra gülmesi oldu. Kendisi de takımdan sessiz sedasız ayrıldı. Hiçbir zaman bir dünya yıldızı olamadı. Fakat en azından hayatı dram filmine dönüşmedi. Bu iki farklı hikaye, bir hatanın insanı ne durumlara düşüreceğinin değil, hata sonrasındaki süreci doğru yönetmemenin, insanı ne durumlara düşüreceğine dair acı bir göstergesidir bizlere.
Hata toleransından bu kadar bahsedip insanları yanlışlarından sakınmayacak kadar gevşetmek de doğru olmaz elbette. Bilen bilir teniste basit hata diye bir tabir vardır. Basit hata yapan sporcuya yaptırım uygulanmaz. Fakat iki kez üst üste basit hata yapan sporcu, puanı rakibine kaptırır. Hayatta da durum pek farklı değil. Hatalarımızda ısrarcı olmak vurdumduymazlık elametidir ki bu da hiç istemediğimiz bir durum. Tedbir almamak, küçümsemek, bir kereden bir şey olmaz demek, içine en sık düştüğümüz yanılgılardan.
1 yorum:
Çok hoş bir yazıydı. Eski zamanlardan beri gelen bir adetimiz, hata yapılınca kellenin vurulması...
Yorum Gönder
ee, ne dersin? :